Dine Hizmet Eden Bir Cumhuriyet

Yer: Eskişehir Mahkemesi… Gönüllü Alay Kumandanlığı da yapmış olan bir vatanpervere sordular:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Başı dik bir şekilde şu cevabı verdi:

“Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülasası (özeti) şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”

Bu kumandan Bediüzzaman Said Nursi’ydi. Onu Cumhuriyetçi olmamakla suçlayanlar yanılıyorlardı.

Bediüzzaman öyle bir cumhuriyetçiydi ki; onun cumhuriyet anlayışı manasız isim ve resimden ibaret değildi. Bu öyle bir cumhuriyet anlayışı ki; adalet ve hürriyetin reisliğini kabul eden bir yönetim biçimi olmalıydı.

Hayatı boyunca hiçbir cereyana katılmadan, üstelik idareye karışmadan hakiki anlamda Cumhurî sistemi savundu.

Çünkü insan madem “eşref/i mahlukat” yani yaratılmışların en kıymetlisi…
O halde dünya hayatında sorumlulukları olan bu insan “medeniyet”e layıktır. O günlerde Müslümanların ekonomik zaafiyet yaşayan ve siyasi açıdan sömürgecilerin zulmü altında oldukları düşünülürse, Bediüzzaman’ın cumhuriyeti çıkış noktası olarak göstermesi hayli ilginçtir.

Çünkü; gerçek medeniyet insanın gelişmesi bakımından önemli ve insaniyet gereğiydi.

Çünkü; İslamın istikbaldeki gelişmesinin birinci kapısı, şeriat dairesindeki hürriyet anlayışıydı.

Yani; insana hizmet için medeniyetin şart olduğu, bu medeniyetin maalesef kaybedildiği, tekrar inşası için de İslâm âleminin meşrutî idareye geçmesi gerektiği, bu hürriyetin oluşacağı zeminin ise İslâmî kurallara uygun bulunması gerektiğini daha açık bir şekilde vurgulamıştır.

Dahası Bediüzzaman; meşrutiyet ve hürriyetin de millî esaslar dahilinde vücut bulabileceğini, çağın dönemecini kavramış bir düşünür olarak açıkça dile getirir. Ancak millî hayatın şekil bulacağı bir yapılanma, onun “ırkçılık” olarak tarif ettiği gibi olmamalı. Çünkü bu cereyan İslam alemine “ayrılık” getirecektir.

Bediüzzamana göre, “müsbet milliyet, İslama hizmet etmeli, ona kale olmalı. Ancak onun yerine geçmemeli.

Yani Bediüzzaman, “Cumhurî idare”nin dine hizmetkar olması gerektiğine işaret etmiştir. İslam toplulukları ahlak, maneviyat ve kültür üzerine yoğunlaşmış madem, bu dinamikleri harekete geçirerek gerçek toplumsal kalkınmayı sağlamak gerekmektedir.

Cumhuriyet gerçek anlamda yaşandığında herkes bu sistemden yararlanacaktır ve toplum huzur bulacaktır.

İnci Karaman

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*