Bir zamanlar, ülkenin birinde güzel bir sarayda çalışan iki kardeş varmış. Bir gün padişah iki kardeşi yanına çağırmış: “Şu gördüğünüz ormanın sonundaki tepelerin ardında çok güzel bir şehir var. Orada bu gördüğünüz sarayımdan daha büyük, daha süslü saraylar var. İkinizi oraya göndermek istiyorum.” demiş.
İki kardeş şaşkın bir şekilde bir- birlerine bakmışlar. Çünkü hayatları boyunca orada yaşamışlar. Yaşadıkları saray ve bahçesinden başka bir yer görmemişler. Şöyle bir uzaklara bakmışlar. Orman ve tepelerden başka bir şey görünmüyormuş. “Acaba tepelerin ardındaki büyük şehir ve saraylar nasıldır?” diye çok merak etmişler. Padişah’a “Peki efendim gideriz” demişler. İkisine de yol ile ilgili bilgilerin yazılı olduğu birer kâğıt vermiş.
Kardeşlerden biri kendine fazla güvenen bir karakter olduğu için “Ormanı geçince tepelerin ardında işte bunda ne var, kâğıttaki tarife niye bakayım ki?” demiş ve oracıkta kâğıdı yırtıp atmış.
İkisi yola koyulmuşlar. Orman yolu çok uzunmuş. Tepelere doğru ilerlerken, bir yol ayrımına gelmişler. Biri “Sağdan gitmeliyiz” demiş, diğeri “Soldan gitmeliyiz” demiş. Bu konuda anlaşamamışlar. İyi niyetli olan kardeş cebindeki yol tarifine bakmış, “Bak, benim dediğim doğru, sağ taraftan gideceğiz” demiş. Diğeri inatla: “Gideceğimiz yer belli işte sonuçta aynı yola çıkar ben buradan gideceğim” demiş ve ikisi ayrılmışlar. Biri sağ yoldan, diğeri sol yoldan ilerlemeye başlamış.
Sol yoldan ilerleyen kardeş, her sesten korkmaya başlamış. İlerledikçe içi ürpertiyle doluyormuş. Sonra çalılıkların arkasından kükreyerek bir aslan çıktığını ve ona doğru yaklaştığını görmüş. Korkudan hızla koşmaya başlamış. Bir kuyu görmüş. Onun içine atlarsa aslanın oraya giremeyeceğini düşünerek hemen kuyuya girmiş. Kuyu derinmiş. Tahminen altmış metre varmış. Neyse ki son anda bir ağaca tutunmuş. Kuyunun dibine düşmekten kurtulmuş. Bir de ne görsün, kurtulduğunu düşünürken, biri beyaz diğeri siyah iki farenin ağacın kökünü kemirdiğini görmüş. Başını yukarıya kaldırmış aslan kuyunun ağzında bekliyormuş. Aşağı bakmış, o da ne! Ağzını kocaman açmış bir ejderha onun düşmesini bekliyormuş. Ne korkunç bir hâl. Çıksa, çıkamaz, kaçsa kaçamaz. Dahası da var. Kuyunun duvarlarında, akrep ve zehirli bir sürü böcekler dolaşıyormuş. Tutunduğu ağacın dallarına bakmış, incir ağacına benziyormuş ama incirden nara kadar bir sürü çeşit çeşit meyveler varmış. Kafası karışık, üzgün ve korkmuş hem de acıkmış bir halde o meyvelerden koparıp yemeye başlamış. Her şeyi unutmak, bir rüyada olduğunu düşünmek istiyormuş. Ancak bu meyvelerin bir kısmı zehirliymiş. Bir süre sonra karnı ağrımaya ve çok acı çekmeye başlamış. Kurtulmayı çok istiyormuş ama ne ölüyor ve ne de kurtulabiliyormuş. Öylece acı ve korku içinde kalmış.
Acaba şimdi ne olacak? Önümüzdeki sayı bekleyip görelim.
Dergimize abone olmak için tıklayın!
İlk yorum yapan olun