Ay ve Yıldızların Altında

Yıldızları seyrediyordu Arif.

Köyde ışık kirliliğinden uzak, berrak bir gökyüzü vardı. Şehir hayatında bulamadığı bir manzara idi bu.

Allah gökyüzünü nasıl da süslemişti. O an incecik bir hilâl şeklindeki Ay ilişti gözüne. Allah onu da çok güzel kondurmuştu göğün yüzüne.

Ay bazen incecik bir yay gibi, yani hilâl şeklinde oluyordu. Bazen de yusyuvarlak bir tepsi gibi olurdu. Buna da dolunay derlerdi. İlk dördün, son dördün de vardı tabii yarım ay şeklinde. Hepsinin ayrı bir güzelliği vardı.

Arif o gece bahçede Ay ve yıldızların altında uzanmış, gökyüzünü böyle izlerken dedesi geldi yanına.

“Ooo Arifçiğim, keyfine diyecek yok gibi. Ne güzel uzanmışsın böyle boylu boyunca. Ama çok mutlu olursun benimle konuşunca…”

Dedesinin bu kafiyeli ve neşeli sözleri karşısında Arif de duramadı.

“Elbette dedeciğim… Seninle muhabbetten güzeli mi var? Hele şu yıldızların altında bir yanıma var.”

“Ooo Arif, sen de az değilsin hani. Bakıyorum sözler kafiyeli kafiyeli.”

“Kimin torunuyuz be dede… Hele sen bana bir hakikat söyle…”

“Anlaşıldı torunum, bu iş uzayacak… Sen benden yine bir şeyler soracak…”

İkisi de gülüşmeye başladılar. Onların bu hâlini gören babaanne de geldi yanlarına.

“Hayrola? Aşıklar gibi atışıyorsunuz…”

“Aynen öyle babaanneciğim, dedem coşturdu bizi.”

Bu şakalaşmalardan sonra Arif, gözlerini tekrar gökyüzüne çevirdi.

“Dedeciğim, Ay’ın bu incecik hilâl şekli bizim bayrağımızda da var.”

“Evet Arif, güzel bayrağımız onunla daha bir güzel. Aynı zamanda İslam’ın sembolü olmuş hilâl. Biliyor musun her hilâl, bir hicrî ayın sonu, yeni bir hicrî ayın başlangıcının işaretidir.”

“Nasıl yani dede?”

“Mesela şimdi yeni bir hicrî aya girmek üzereyiz.”

“Hangi aya dede?”

“Bil bakalım hangi aya? İpucu vereyim mi?”

“Ver, ver!”

“Hicrî ayların birincisine, yani yeni bir hicrî seneye giriyoruz Arif.”

“Tamam, şimdi anladım. O halde Muharrem ayına giriyoruz.”

“Aferin torunuma! Peki hangi yıla giriyoruz?”
“1441’de olduğumuza göre 1442’ye giriyoruzdur o zaman.”
“Bu da doğru, çok iyisin Arif! İyi takip ediyorsun. Peki Hicrî yılın ne anlama geldiğini biliyor musun?”

“Hayır.”

“O halde anlatayım. Hicrî yılın başlangıcı, Peygamberimizin (asm) Mekke’den Medine’ye hicretini temsil eder. Yani Peygamberimizin (asm) Allah’ın emriyle Medine’ye göç etmesini. İslam dininin orada gelişmesini… Peygamberimiz (asm), hakikî hicretin, günahları terk etmek olduğunu söylemiştir. Yani gerçek hicret, kötülükten iyiliğe göç etmektir.”

Arif, dedesinin bu sözleri üzerinde biraz düşündü. “O halde bizler de bu anlamda hicreti yaşayabiliriz.” dedi.

“Aynen öyle Arifçiğim. Daima kötülükten iyiliğe hicret ederek… Çirkinlikten güzelliğe… Düşmanlıktan sevgiye… Kavgadan kardeşliğe… Yalancılıktan doğruluğa… Zulümden adalete… hicret ederek…”

Arif o gece, dedesiyle çok güzel bir zaman daha geçirmişti. Ay ve yıldızların altında ikisinin de yüzü ışıl ışıl parlıyordu.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*