Yasemin Allah’ı Düşünüyor

Arkadaşı, Yasemin’in yanına geldi. Elinde bir yumurta vardı. Ona gösterdi.

“Yasemin” dedi. “Şu elimdeki yumurtaya bak ve ne düşündüğünü bana söyle” dedi.

Yasemin baktı, baktı. Sonra düşünmeye başladı. Allah tavuğu yarattı.

Tavuğun etinden, yumurtasından, tüyünden ve gübresinden yararlanalım diye…

Tavuğun içine, çok severek yediğimiz, akıyla sarısıyla gıda kaynağımız olan yumurta kesesini yerleştirdi.

Tavuk yem yiyor, su içiyor ve yumurtluyor.

Tavuk istemese de yumurta kesesinde yumurtalar meydana gelir.

Yumurtanın oluşması tamamlanınca tavuk yumurtlamak zorundadır.

Tavuğun karnında fabrikalar mı var? Bu fabrikaları çalıştıran akıllı ve uzmanlardan oluşan bir ekip mi var?

Yasemin gözleri parlayarak arkadaşı Esma’ya;

“Bu elinde tuttuğun yumurta var ya bu yumurta… Elinde bir hazine taşıyorsun aslında.”

Yasemin devam etti:

“Öyle bir hazine ki, Allah’ın büyük Kudretini gösteriyor. Yumurtaya bakarken bu zenginliği görmemek için gözlerinin görmemesi gerekiyor.”

Şaşırma sırası Esma’daydı.

“Sahi ya… Bunu hiç böyle düşünmemiştim” dedi.

“Demek ki, insan düşününce her şey meydana çıkıyor. Tavuğun karnına yumurta fabrikası koyan, yumurtanın içine civciv fabrikası yerleştiren de Büyük Allah’tır.”

Esma, “Ben… Ben başka bir şey için sana yumurtayı göstermiştim. Sen bir yumurtadan bana Allah’ı göstermiş oldun.

Yasemin, “Bana yumurtaya bakarken düşünmemi sağladığın için teşekkür ederim canım arkadaşım” dedi ve boynuna sarıldı.

Esma hala şaşkınlık içindeydi.

Yazan: İnci Karaman

1 Comment

  1. FAKİR BABASI
    Çocukluğu yoksulluk içinde geçen bir adam çok çalışarak zengin olmuş. Hanlar, köşkler yaptırmış. Tarlalar, bahçeler satın almış. Yıllar önce yalınayak gezdiği günleri ve o günlerde: “ Allah’ım, bana yardım et. Beni yoksulluktan kurtar, zengin et. Söz veriyorum, helal para kazanacağım, kimseye kötülük yapmayacağım. Zengin olursam, yoksullara yardım edeceğim ve hiç kimsenin yalınayak gezmesine izin vermeyeceğim “ diyerek ettiği duayı unutmuş. Kazanmak, hep kazanmak, daha fazla kazanmak istemiş. Gözü paradan-maldan başka bir şey görmez olmuş. Masraf olmasın diye evlenmemiş. Kırk yaşına girdiği gün atlara binip adamlarıyla birlikte kasabaya giderken yolda yaşlı bir adam görmüş. Yaşlı adamın ayakkabısı yokmuş, yalınayakmış. Zengin adam atından inmiş, yaşlı adamın yanına gelmiş:

    “ Beybaba, neden yalınayak gezersin? “
    “ Ah oğlum, fakirim, ayakkabı alacak param yoktur.”
    “ Ne yer, ne içersin? “
    “ Halime acıyanlar olur, bir dilim ekmek, bir kap yemek verirler. Dereden, gölden su içerim. Günde bir öğün yemek yeter bana. Ayakkabım olsaydı halime şükrederdim.”
    “ Bu haline mi şükrederdin? Şükredecek halin mi kalmış senin? “
    “ Oğlum, sen zenginsin herhalde.”
    “ Eh, zenginim, ne olmuş? Çok çalışıp helal para kazandım. Zengin olmak suç mu? “
    “ Gel bir ayakkabı alıver bana, sevaptır. “
    “ Allah’tan iste. Ben dilencileri sevmem. “
    “ Oğlum, ben dilenci değilim. İlk defa birinden bir şey istedim. Hani dedim yardım etmek istersin belki. “
    “ Hayır, yalan söylüyorsun. Dilencisin sen. Ona, buna yardım etseydim zengin olamazdım. “
    Daha sonra zengin adam atına binmiş. Adamlarıyla birlikte giderken, yaşlı adam arkasından:
    “ Zenginler de yalınayak gezer, bunu unutma “ diye bağırmış.
    Aradan aylar geçmiş. Zengin adam daha da zenginleşmiş ve o ülkenin en zengin adamı olmuş. Fakat yaşlı adamın son sözü hiç aklından çıkmamış. Bir gün yalınayak gezmemek için hanlarına, köşklerine yüzlerce çift ayakkabı doldurmuş. Mağaralara, ağaç kovuklarına tahta sandıklar içinde ayakkabı saklamış.Toprağa ayakkabı gömmüş. Artık huzur bulmuş çünkü malını, mülkünü kaybetse, parası kalmasa bile oraya-buraya sakladığı ayakkabılar ona ömrünün sonuna kadar yetermiş.

    Bu arada zengin adamın başına bir dert peydah olmuş. Ayak tırnakları gün geçtikçe uzuyormuş, ama kesilmiyormuş. Hani demiri kesen alet bile faydasız olmuş. Özel ayakkabı yaptırmış, daha büyük, daha büyük derken, ayakkabılar ağır gelmeye başlamış. Sonunda iki yol kalmış: Ya yürümeyecek oturacak, ya da yalınayak gezecek. Oturmayı denemiş ama bu ona çok zor gelmiş. Başlamış yalınayak gezmeye. Önceleri biraz sıkılmış, utanmış, fakat zamanla alışmış. Yalınayak gezdikçe ayak tırnakları gittikçe kısalmış ve eski haline dönmüş. Zengin adam ayak tırnaklarının iyice kısaldığı günler ayakkabı giyerse, ertesi sabah uyandığında ayak tırnakları uzamış oluyormuş. Günlerden bir gün adamlarıyla birlikte giderken yaşlı adam karşısına çıkmış. Yaşlı adamla zengin adam arasında şu konuşmalar geçmiş.

    Yaşlı adam: “ Oğlum, bana ayakkabı alır mısın? “ diye sormuş.
    Zengin adam: “ Aman beybaba, ne demek? İstersen sana yüz çift ayakkabı alayım. ”
    “ Oğlum, ben yüz çift değil, bir çift ayakkabı istedim. Yalınayak gezmek kolay değildir. Bunu ayakkabısı olanlar bilemezler. Bilmem anlatabildim mi? “
    “ Anlattın beybaba, hem de çok iyi anlattın. İleride bir ayakkabıcı var. Önden sen buyur da oradan sana ayakkabı alayım. “
    “ Ah oğlum, beni ne kadar sevindirdiğini tahmin edemezsin. Allah da seni sevindirsin. ”
    Yaşlı adam ayakkabıcıdan bir çift ayakkabı seçip giymiş ve zengin adamla vedalaştıktan sonra yürüyüp gitmiş. Zengin adam o günden sonra fakirlere yardım etmiş, hanlarında, köşklerinde barındırmış. Onlara her gün bedava yemek vermiş. Güzel elbiseler, ayakkabılar dağıtmış, adı fakir babasına çıkmış. Fakir babası bir gün ayakkabı giymeyi denemiş ve aradan günler geçtiği halde ayak tırnaklarının uzamadığını görmüş.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*