Derler ki; Celaleddin Rumi daha altı yaşındayken evinin damında arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Oyun sırasında çocuklardan biri damdan ötekine atlamayı teklif etmiş.
Küçük Celaleddin’in şöyle söylediği söylenir, “Bu tip oyunlar kedi ve köpeklere göredir. Bu tür oynaşlara vakit harcamam… Ben göklere çıkıp meleklerle tanışacağım.”
Bunu söyledikten sonra, yaşıtlarının gözleri önünde aniden kaybolur. Birkaç dakika sonra yeniden ortaya belirdiğinde rengi atmış ve korkmuş olarak, şöyle der; “Sizinle konuşurken yeşil pelerin giymiş bir grup, beni gökten inip beni yukarı çıkardı ve gezdirdi… Sonra geri getirdiler.”
*
Bu olayı Şeyh Bedreddin Nakaş El/Mulavi, Mevlana’nın babası Bahaddin Veled’in notları arasından aktarır.
Mevlana daha 4 yaşında babasından felsefe, filoloji ve din dersleri almaya başlar.
Batıdaki Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiği için isminin sonuna “Rum-i” (Rum diyarında yaşayan) eki alır. Babası vefat ettikten sonra (1231 yılında) akademide ders vermeye başlar. Sevgi ve saygı göstergesi olarak öğrencileri ve sevenleri tarafından “Mevlana” (Efendi) lakabı verilir. Böylece ismi unvan ve sıfatlarla birlikte tam olarak “Mevlana Muhammed Mustafa Celaleddin-i Rum-i” olur. Türkçe konuşulan yerlerde ve İran’da kısaca Mevlana denilmektedir.
Mevlana Kur’ân ve Peygamber (asv) aşığıydı:
“Canım bedenimde oldukça Kur’ân’ın kuluyum;
Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.”
Mevlana engin hoşgörü sahibiydi:
Hoşgörüsünü, nükteli bir biçimde, ortaya koyardı. Zâten Mevlânâ’nın şahsiyetindeki ol- gunluk ve bariz vasıf, söylediğini yaşamasıdır ve fikrini hareketiyle göstermesidir.
Çocuklara karşı çok şefkatliydi:
Bir gün Mevlânâ, mahalleden geçiyordu. Çocuklar da yolda oynuyordu. Uzaktan Mevlânâ’yı görünce hepsi birden koşarak saygı ile huzurunda durdular. Yalnız çocuklardan biri uzaktaydı. “Ben de geliyorum,” diye bağırdı. Mevlânâ, çocuk işini bitirip gelinceye kadar bekledi.
Ümit dolu bir eğitimciydi:
“Ümitsizlik semtine gitme; ümitler vardır.
Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır.” diye haykırır kimseyi hor görmezdi.
Nazik bir babaydı:
Gelini Fatma Hatun’a ve oğlu Sultan Veled’e gönderdiği mektuplarda bunu açıkça görebiliriz. Gelinine yazdığı, “Bizim de gönlümüzün, gözümüzün ışığı aydınlığı; âlemin de gönlünün ve gözünün ışığı, aydınlığı…” der.
Devamında,
“Canım canımı karışmıştır, birleşmiştir. Seni inciten her şey beni de incitir… Aziz oğlum Bahâeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü ondan alırım…” ifadeleri onun hassas ruhunun, nezâketinin ve gönül okşayıcılığının bir göstergesidir.
Şakacı bir babaydı:
Mevlana’nın oğlunun canı sıkılıyordu. Hz. Mevlana oğluna, “Birinden mi incindin, niye böyle sıkıntılısın?” diye sorar. Oğlu “Bilmiyorum” der. Mevlana bu cevap üzerine yerinden kalkar gider. Bir müddet sonra, kurt postunu çevirip başına ve yüzüne geçirmiş bir halde yanına gelir ve “Bu, buu, buu!” diyerek şakacıktan onu korkutmaya çalışır. Bunun üzerine oğlu Bahaddin’i bir gülmedir tutar. Sıkıntısı gitmiş, neşesi yerine gelmiştir.
Oğluna şu nasihatta bulunur:
“İçinde sıkıntı görünce onun çâresine bak; çünkü dalların hepsi kökten biter. İçinde genişlik, ferahlık görünce ona su ver. Kalb ferahlığının verdiği meyvayı da, dostlara ve ahbaplara sun.”
Oğluna nasihatleri:
“Bahaeddin; eğer dâima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma,
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma!
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar.
Vasiyeti:
“Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.”
Allah ondan razı olsun.
İlk yorum yapan olun