Mehmet Akif, Kur’ân için yaşıyordu

Akif’i hatırlayıp da, onun Kur’ân’la ilgili çalışmalarından söz etmemek mümkün değildir. Hatta “Mehmet Akif’i ‘Mehmet Akif’ yapan sır, Kur’ân’dır” diyebiliriz.
Çünkü o, neredeyse bütün hayatını Kur’ân yolunda geçirmişti. Yazdığı yazılar ve şiirler hep Kur’ân’ın ve İslâmın daha iyi anlaşılması için olmuştu.
Akif, Kur’ân’ın anlaşılmasına o kadar çok önem vermişti ki, şiirleriyle bile Kur’ân ayetlerini açıklamaya çalışıyordu. Hatta onun ilk şiirinin de Kur’ân’la ilgili olduğunu ve “Kur’ân’a Hitap” başlığını taşıdığını söyleyelim.
Ayrıca, Kur’ân’ın ‘sadece ölülere okunan bir kitap’ gibi anlaşılmasının yanlış olduğunu söylüyordu. Mesela, bununla ilgili onun şu dizeleri meşhurdur:

“Ya açar nazm-ı celilin [Kur’ân’ın] bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’ân şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”

Akif’in, Kur’ân’la ilgili büyük bir hayali de vardı. O da, doğrudan doğruya Kur’ân’dan ilham alarak, İslâmı insanlara anlatabilmek idi. Bu arzusunu da şu mısrasıyla dile getirmişti:

“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine [anlayışına] söyletmeliyiz İslâmı”

Evet, Kur’ân 1400 sene önce gelmiş olmasına rağmen, kıyamete kadar bütün insanlara hitap eden, her çağda insanların sorularına cevap veren mucize bir kitaptı. Dolayısıyla Kur’ân’ın mesajını çağın insanına sunmak büyük bir hizmetti.
Akif de bunu gerçekleştirmeyi çok arzu ediyordu.
Peki onun bu arzusu gerçekleşti mi?
Merak ediyorsanız, sonraki başlığı okumaya devam edelim…

Akif’in Hayali ‘Risale-i Nur’la Gerçekleşti!

Mehmet Akif Ersoy, Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarı Bediüzzaman Said Nursî ile 1900’lü yılların başında tanışmıştı. 1918’lerde, İstanbul’da, o zamanki adıyla “Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye” olan, Osmanlı Devletinin Din İşleri makamına bağlı bir ilim-araştırma merkezinde beraber çalışmışlardı. Kurtuluş Savaşı yıllarında da Ankara’da bazı sohbet ortamlarında birlikte olmuşlardı.
O yıllarda Akif ile Bediüzzaman çok iyi arkadaş olurlar. Birbirlerinin İslam için olan gayret ve çalışmalarını takdir ederler. Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman’ı büyük bir dâhî olarak görür. Hatta onun için “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler (Şekspirler), Descartes’lar (Dekartlar) edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demiştir.
Bediüzzaman’ın yazmış olduğu Risale-i Nur eserleri ise, Akif’in hayalini gerçekleştiren kitaplar olmuştur. Çünkü Risale-i Nur, “doğrudan doğruya Kur’ân’dan alınan ilham”la, İslâmı günümüz insanlarının anlayışına göre anlatmaktadır.
Mehmet Akif ve Bediüzzaman’ın yaşadıkları dönem, ülkemiz ve milletimiz açısından sıkıntılı yıllardır. Hatta Mehmet Akif, yaşanan bu sıkıntılardan olsa gerek, bir mısrasında Allah’a şöyle yalvarmıştır:

“O nuru gönder İlâhî, asırlar oldu yeter,
Bunaldı milletin âfâkı (ufku), bir sabah ister”

İşte Cenab-ı Hak, Mehmet Akif’in “O nuru gönder İlâhî” diyerek yaptığı duayı, Bediüzzaman’ın elinde Risale-i Nur’u göndermekle
kabul etmiştir. Bugün Risale-i Nur’u, bütün dünya insanlığı okumaktadır. Ve onu okuyanlar, büyük bir huzur ve mutluluğa
kavuşmaktadır.
Şimdi gelin, Bediüzzaman’ın ve Mehmet Akif Ersoy’un ruhuna birer “Fatiha” okuyarak, onlara karşı vefa borcumuzu, bir nebze de olsa, yerine getirmiş olalım.

1 Comment

  1. Allah Her ikisine de rahmet eylesin. Mekanları cennet Ruhları şad olsun.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*