Arif aynanın karşısına geçmiş, kendisine bakıyordu. Gözlerini, kaşlarını, kirpiklerini dikkatle inceliyordu.
“Gerçekten bunlar bir harika!” deyiverdi o an.
Onu duyan annesi “Hayırdır yavrum, ne o öyle aynaya bakıp kendi kendine konuşmalar? O harika olanlar da neymiş bakayım?” diye sordu.
“Anneciğim, söyler misin şu gözlerim başka nerede olabilirdi? Meselâ ağzımın olduğu yerde mi? Veya göğsümde mi? Ya da kafamın arka tarafında mı? Ya da ne bileyim parmak uçlarımda mı?”
Annesi, Arif’in bu soruları karşısında oldukça şaşırmıştı doğrusu. “Yani hiç böyle düşünmemiştim. Allah en güzel yere koymuş işte!”
“Hah, ben de tam bunu diyecektim anne. Rabbim en güzel yere koymuş. Bir de her şey olması gerektiği kadar sanki. Mesela tek gözlü olsak nasıl olurdu? Veya üç gözlü, dört gözlü? Kaşlarım ve kirpiklerim daha uzun olsalardı? Hiçbirini daha farklı düşünemiyorum ben anne. Allah çok güzel ve çok yerli yerinde yaratmış değil mi?”
“Aynen öyle oğlum, çok güzel ve yerli yerinde. Kâinatta abes bir şey yok.”
“Abes ne demek anne?”
“Yani boş, lüzumsuz, anlamsız hiçbir şey yok. Başka bir tabirle her şeyde bir hikmet var, düzen var, ölçü var. Hani ‘Göz var, nizam var’ derler ya. Tam da böyle söyletecek şekilde her şey olması gerektiği ölçüde.”
“Buna israfsızlık da diyebilir miyiz anne? Yani kâinatta israfa da yer yok!”
“Evet oğlum, çok doğru söyledin. İsrafsızlık var. Zıddıyla da ifade edecek olursak, iktisat var. Yani bu âlemde her şey kararında, yerli yerinde, olması gerektiği kadar ve maksadına hizmet edecek şekilde yer almış. Ne bir fazlalık, ne bir eksiklik yok!”
“Ama anne, her gün israfla ilgili haberler duyuyoruz. Çevre kirliliğinden söz edilmeyen bir gün yok. Yaşadığımız gezegeni hor mu kullanıyoruz yoksa?”
Yazının tamamını okumak için Ekim sayımızı kaçırmayın!
İlk yorum yapan olun