Cumhuriyetçi Karıncaların Hikayesi
if, pırıl pırıl bir sonbahar sabahında, dedesinin bahçesindeki yaşlı ceviz ağacının altına oturmuş, karıncaları izliyordu. “Başlarında bir kralları, bir komutanları olmadan nasıl bu kadar düzenli çalışabiliyorlar?” diye düşünmüştü.
Bu sırada gelen dedesi, gülümseyerek yanına oturdu.
– Karıncaları mı seyrediyorsun Arif?
– Evet dedeciğim. Onları izlemeyi çok seviyorum. Ama aklıma bir şey takıldı. Bunların bir lideri, bir yöneticisi yok mu? Nasıl oluyor da hepsi ne yapacağını bu kadar iyi biliyor ve hiç durmadan çalışıyor?
Dedesi derin bir nefes aldı.
– Çok güzel bir soru sordun Arif. Aslında Allah’ın onlara verdiği harika bir yönetim şekli var. Büyük bir âlim olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, senin bu sorunun cevabını çok güzel vermiş.
Arif merakla dedesine döndü.
– Nasıl vermiş dede?
– Üstad Bediüzzaman, çocukluğunda bir süre yalnız kalarak tefekkür etmiş, yani kâinatı ve varlıkları düşünmüş. O günlerde kendisine yemek olarak sadece bir çorba getirilirmiş. O da ne yaparmış biliyor musun? Çorbanın sadece suyunu içer, içindeki taneleri karıncalara verirmiş.
Arif şaşırdı.
– Neden öyle yapıyormuş ki?
– İşte en güzel kısmı da burası. Ona neden böyle yaptığını sorduklarında, şu cevabı vermiş: “Bu karınca milleti cumhuriyetçidir. Aralarında harika bir iş bölümü, dayanışma, çalışkanlık ve vazife şuuru var. Ben de onların bu güzel cumhuriyetçiliklerine bir mükâfat olarak, çorbanın tanelerini onlara veriyorum.”
Arif’in gözleri parladı.
– “Cumhuriyetçi mi? Karıncalar ve cumhuriyet mi? Ama dede, cumhuriyet bizim ülkemizin yönetim şekli değil mi? 29 Ekim’de bayramını kutladığımız…”

– Elbette öyle. Ama o büyük zat, cumhuriyetin sadece bir isimden ibaret olmadığını, asıl manasının adalet, hürriyet, meşveret (istişare, danışma) ve herkesin vazifesini en iyi şekilde yapması olduğunu anlatmak istemiş. Tıpkı bu karıncalar gibi. Bak, aralarında biri diğerine haksızlık ediyor mu? Biri tembellik yapıp diğerinin hakkını yiyor mu? Hayır. Hepsi, bütün yuvanın iyiliği için, ortak bir hedef için çalışıyor. İşte gerçek cumhuriyetin ruhu da budur: Herkesin, bütün milletin iyiliği için adaletle ve şevkle çalışması.
Arif düşünceli gözlerle bakarken, dedesi anlatmaya devam etti:
– Hatta Üstad Bediüzzaman, yıllar sonra mahkemede kendisine “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” diye sorduklarında, “Daha sizler dünyada yokken benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki hayat tarihçem ispat eder” diyerek, bu çocukluk hatırasını anlatmış. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonraki Dört Halife döneminin de en güzel cumhuriyet örneği olduğunu söylemiş. Çünkü o dönemde yöneticiler halka danışır, adaletle hükmeder ve herkesin fikrine saygı gösterirlermiş.
Arif, dedesinin anlattıklarını dinlerken tekrar karıncalara döndü. Artık onlara sadece minik böcekler olarak bakmıyordu. Toprağın üzerinde işleyen, adaletin, çalışkanlığın ve fedakârlığın küçük birer sembolüydü onlar. Her bir karınca, yuvası için, yani vatanı için çalışan bir vatandaştı sanki.
O gün Arif, çok önemli bir şey öğrenmişti. Yaklaşan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın sadece okulu süslemek ve şiirler okumak olmadığını anladı. Cumhuriyet; tıpkı o minik karıncalar gibi, birlik içinde, adaletle ve gayretle çalışarak ülkesini, vatanını daha güzel bir yer haline getirmek için verilen bir söz demekti.
Arif, ceviz ağacının altından kalkarken, yerdeki karıncalara tebessüm etti. Kendi kendine fısıldadı: “Sizi cumhuriyetçi karıncalar! Bayramınız kutlu olsun!”
Arif bu ay Cumhuriyet ile ilgili yepyeni bilgiler öğrendi! Arif’in diğer maceraları için gelecek sayımızı kaçırmayın.
Dergimize abone olmak için tıklayın!







İlk yorum yapan olun