Cumhuriyetçi Karıncalar (2025/10)

Cumhuriyetçi Karıncaların Hikayesi

if, pırıl pırıl bir sonbahar sabahında, dedesinin bahçesindeki yaşlı ceviz ağacının altına oturmuş, karıncaları izliyordu. “Başlarında bir kralları, bir komutanları olmadan nasıl bu kadar düzenli çalışabiliyorlar?” diye düşünmüştü.

Bu sırada gelen dedesi, gülümseyerek yanına oturdu.

– Karıncaları mı seyrediyorsun Arif?

– Evet dedeciğim. Onları izlemeyi çok seviyorum. Ama aklıma bir şey takıldı. Bun­ların bir lideri, bir yöneticisi yok mu? Nasıl oluyor da hepsi ne yapacağını bu kadar iyi biliyor ve hiç durmadan çalışıyor?

Dedesi derin bir nefes aldı.

– Çok güzel bir soru sordun Arif. Aslında Allah’ın onlara verdiği harika bir yönetim şekli var. Büyük bir âlim olan Üstad Bediüz­zaman Hazretleri, senin bu sorunun cevabı­nı çok güzel vermiş.

Arif merakla dedesine döndü.

– Nasıl vermiş dede?

– Üstad Bediüzzaman, çocukluğunda bir süre yalnız kalarak tefekkür etmiş, yani kâinatı ve varlıkları düşünmüş. O günlerde kendisine yemek olarak sadece bir çorba getirilirmiş. O da ne yaparmış biliyor mu­sun? Çorbanın sadece suyunu içer, içindeki taneleri karıncalara verirmiş.

Arif şaşırdı.

– Neden öyle yapıyormuş ki?

– İşte en güzel kısmı da burası. Ona ne­den böyle yaptığını sorduklarında, şu ce­vabı vermiş: “Bu karınca milleti cumhuri­yetçidir. Aralarında harika bir iş bölümü, dayanışma, çalışkanlık ve vazife şuuru var. Ben de onların bu güzel cumhuriyetçilikle­rine bir mükâfat olarak, çorbanın taneleri­ni onlara veriyorum.”

Arif’in gözleri parladı.

– “Cumhuriyetçi mi? Karıncalar ve cum­huriyet mi? Ama dede, cumhuriyet bi­zim ülkemizin yönetim şekli değil mi? 29 Ekim’de bayramını kutladığımız…”

– Elbette öyle. Ama o büyük zat, cum­huriyetin sadece bir isimden ibaret ol­madığını, asıl manasının adalet, hürriyet, meşveret (istişare, danışma) ve herkesin vazifesini en iyi şekilde yapması olduğunu anlatmak istemiş. Tıpkı bu karıncalar gibi. Bak, aralarında biri diğerine haksızlık edi­yor mu? Biri tembellik yapıp diğerinin hak­kını yiyor mu? Hayır. Hepsi, bütün yuvanın iyiliği için, ortak bir hedef için çalışıyor. İşte gerçek cumhuriyetin ruhu da budur: Herkesin, bütün milletin iyiliği için adaletle ve şevkle çalışması.

Arif düşünceli gözlerle bakarken, dede­si anlatmaya devam etti:

– Hatta Üstad Bediüzzaman, yıllar sonra mahkemede kendisine “Cumhuriyet hakkın­da fikrin nedir?” diye sorduklarında, “Daha sizler dünyada yokken benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki hayat tarihçem ispat eder” diyerek, bu çocuk­luk hatırasını anlatmış. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonraki Dört Halife döneminin de en güzel cumhuriyet örneği olduğunu söylemiş. Çünkü o dönemde yöneticiler halka danışır, adaletle hükme­der ve herkesin fikrine saygı gösterirler­miş.

Arif, dedesinin anlattıklarını dinlerken tekrar karıncalara döndü. Artık onlara sa­dece minik böcekler olarak bakmıyordu. Toprağın üzerinde işleyen, adaletin, çalış­kanlığın ve fedakârlığın küçük birer sem­bolüydü onlar. Her bir karınca, yuvası için, yani vatanı için çalışan bir vatandaştı sanki.

O gün Arif, çok önemli bir şey öğren­mişti. Yaklaşan 29 Ekim Cumhuriyet Bay­ramı’nın sadece okulu süslemek ve şiirler okumak olmadığını anladı. Cumhuriyet; tıpkı o minik karıncalar gibi, birlik içinde, ada­letle ve gayretle çalışarak ülkesini, vatanı­nı daha güzel bir yer haline getirmek için verilen bir söz demekti.

Arif, ceviz ağacının altından kalkarken, yerdeki karıncalara tebessüm etti. Kendi kendine fısıldadı: “Sizi cumhuriyetçi karın­calar! Bayramınız kutlu olsun!”

Arif bu ay Cumhuriyet ile ilgili yepyeni bilgiler öğrendi! Arif’in diğer maceraları için gelecek sayımızı kaçırmayın.

Dergimize abone olmak için tıklayın!her ders Allah'tan bahseder

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*