Kedinin ayağı incinmişti… Sıkılmış oturuyordu.
Ayağı kırılmış olması demek bir sürü güzel faaliyetten uzak kalması demekti. Mesela karşı komşu teyzenin evini çok seviyordu. Ancak filmlerde görülebilecek büyüklükte kocaman bir kitaplığı onu çekiyordu. Kediyle kitaplığın ne işi olurdu ki?
Çünkü kitaplığın rafları onun oyun alanıydı. Birkaç rafa tırmanır oradan oraya zıplardı.
Bu sıkılmışlık halinde daha kapı çalmadan birinin geldiğini anlamıştı. Gelen arkadaşı tavşandı.
Kırık ayağını merak etmişti. Ona iyi gelebileceğini düşündüğü birkaç ottan merhem yapıp getirmişti. Hem sohbeti de iyi gelebilirdi. Tavşan, kediye geçmiş olsun dedi. Birlikte havuçlu kek yiyip süt içtiler. Kedi ona ne kadar sıkıldığını anlattı. Tavşan da ona yeni döndükleri seyahati…
Seyahatte gördüğü hipopotamların havuçtan nasıl boya ürettiklerini, havucu yemeyi bilmediklerini nasıl şaşırdığını.
Keşfetmek, yeni şeyler öğrenmek çikolatalı dondurma gibi harika bir şeydi. Kedi tavşana imrenmişti. Gidebilmeyi çok istiyordu. Ama ayağı bu haldeyken nasıl bir keşif ve macera içinde olabilirdi?
Tam bu düşünceler içindeyken tavşan ona bir kağıt uçak attı. Kağıt uçak bir mesaj içeriyordu. “Uzaklara gitmeden de yeni şeyler öğrenebilirsin” cümlesinden sonra bir ok işareti, işaretin ucunda bir kitap görseli vardı.
Ayağı bu haldeyken sadece kitap okuyarak maceraları yaşayabileceğini, yeni keşiflerde bulunabileceğini anlamıştı. Kağıt uçağı bu sefer kitaplara doğru rastgele fırlattı. Hangi kitaba değerse o kitapları okuyup yeni keşifler yapmak için.
Dergimize abone olmak için tıklayın!
İlk yorum yapan olun