Kabe’nin örtüsüne sürsem yüzümü

kabe

İnanılmaz bir duygu arkadaşlar. Vahyin başladığı şehir Mekke’den yazıyorum bu notları.

Heyecanlıyım. Hem mukaddes topraklardayım hem de atalarımızın toprağındayım. Dahası, insanların ilk yaşama mekânı olan Mekke’deyim.

Karşımda ise yeryüzünün ilk mabedi Müslümanların kıblesi Kabe!

Babamla birlikte bu yolculuğa karar verdiğimizde çok heyecanlandım. Zaten bu duygunun tarifi yok… Hatta tarif edilmez, yaşanır diyorlardı. Gerçekten öyle.

Bu topraklar, bu kutsal mekanlar bizi bu alemden alıp, başka bir aleme götürüyor. Dünyaya ait her şeyi unutuyorsunuz.

Bir ömür boyu her gün aynı yöne beş defa döndüğümüz Kabe, şu an tam karşımda.

Kabe’yi ilk gördüğümde çölde su bulmuş kadar oldum. Kabe’ye sarılmak, öpmek ve özlemimi haykırmak istiyorum.

Kabe’yi görünce, atam Hz. Adem’i hatırlıyorum. Yine zaman tünelinden geçerek Kabe’nin ilk inşasını, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in fedakarlığını ve şeytanla olan mücadelesini hatırladım.

Ben Kabe’yi görünce, Hz. Ömer’in Müslüman oluşunu ve güçlenen Müslümanların Kabe’ye yürüyüşünü daha da ötesi Mekke’nin fethi ile şirkin sembolü olan putların kırılışını hatırladım.

Birden gözlerim yaşarıyor. Hele Efendimiz’in (asm) doğduğu evi görünce bu evden Kabe’ye her inişinde Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin yoluna çıkışını, yoluna dikenler koymalarını, zulümlerini hatırladım. Gözlerim bir başka yaşardı.

** *

Mekke sokaklarında yürüyünce, dağlarına baktım. Efendimiz (asv) aklımıza geldi. Şu yolda yürüdü, şu dağlara baktı, şu toprağa ve taşa bastı. Onun gördüğünü görüyor, onun içtiği zemzemi içiyor bir anlamda Efendimiz’le beraber Mekke sokaklarını dolaşıyorum.

Bu olayları hatırlayıp da heyecanlanmamak mümkün mü?

İşte, kutsal taş Hacerü’l-Esved yani bizim dilimizde “Siyah Taş” da beni heyecanlandırıyor. Öpmek için mücadele ettiğim, hasreti ile yandığım cennetten indirilen Hacerü’l-Esved size el kadar yakın. Ama çok kalabalık olduğu için de bir o kadar uzak.

İşte, şimdi de Cebelü’r-Rahme’deyiz. Yani, Hz. Adem babamız ile annemiz Hz. Havva’nın yeryüzünde buluştuğu rahmet dağı. Bu dağı görünce ilk anne ve babamı hatırladım. Düşünebiliyor musunuz, ilk insan karşınızda, onunla başlayan ve günümüze kadar gelen insanın dünya yolculu ise bir film şeridi gibi insanın zihninde canlanıyor.

İşte; Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban etmek istediği ama Allah’ın İbrahim’i koç ile ödüllendirdiği mekân: Meşar-il Haram!

Vahyin başladığı Hira mağarası bizi Kur’ân’a bağlanmaya ve Kur’an’a daha fazla önem vermemize…

Hicrette efendimizin Hz. Ebu Bekir ile sığındığı Sevr mağarasında ise fedakârlığı, dostun canını kendi canından aziz olduğunu hatırlıyor ve anlamaya çalışıyoruz

** *

Ancak, Mekke’de birçok şey bizi heyecanlandırdığı gibi bazı ayrıntılar üzmektedir.

O da, Mekke’nin kendine has mimari özelliklerin kayboluşu. İslam’ı çağrıştıran ve hatırlatan mimari tarz neredeyse kalmamış.

İslam’ın kalbi olan Mekke’de, Emevilerin, Abbasilerin, Selçuklunun, Osmanlının mimarisi gözetilmediği gibi yöneticiler kendine has yeni bir İslam mimarisi de gözetmemiş.

Hacca, Umreye gelen insanlar, artık Kâbe’den çok gökdelenlere bakıyorlar.

Maalesef bu yapı Kabe’nin mistik havasına ve manevi güzelliğine zarar vermiş.

Yine de siz siz olun sevgili arkadaşlar, Kabe’nin o ilk günlerini hatırlatan topraklara ayaklarınızı basın. Taşını toprağını elleyin ve dağlara bakarak tefekkür edin olmaz mı?

Dergimize abone olmak için tıklayın!

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*