“Dedem Mehmet Akif”

Bu ay İstiklal Marşı’nı kaleme almış olan büyük şairimizi konuşacağız. Kim mi? Mehmet Âkif Ersoy. O, sadece şair değil. Aynı zamanda veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’ân mütercimi. Şiirlerini, milli ve manevi duygularla yazmış kahraman bir dedemiz. Mehmet Âkif’in doğumu ve ölümünün yer aldığı 20-27 Aralık haftası, Mehmet Akif’i Anma Haftası dolayısıyla, O’nu bizzat torunu Selma Argon’dan dinledik. Bu vesileyle manevi dedemiz Mehmet Akif’i rahmetle anıyoruz.

Mehmet Âkif ‘in çocukluğu nasıl geçti?

Dedem, 1873’te Fatih’te Sarıgüzel’de doğmuş. Mehmet Âkif Ersoy, dört yaşından itibaren babasından eğitim alıyor. Annesi Âkif ‘in din hocası olmasını, tamamen dinle ilgilenmesini istiyor. Babası da din bakımından ona ne gerekiyorsa ben öğretirim, o müsbet okullara gitsin diyor. Dört yaşından itibaren Kur’ân, Arapça öğrenmeye başlamış. Evde de fevkalade eğitim alıyor. Babası zaten profesördü. Fatih’te camilerde vaazlar, dersler verir. Mehmet Âkif, sınıflarını hep birincilikle bitiren, okumayı çok seven, öğrenmeye meraklı çok iyi yetişmiş bir çocuk. Fransızcayı kendi çabalarıyla kitap çevirecek kadar öğreniyor. Farsça ve Arapça da öyle. Mehmet Âkif, 14 yaşında babasını kaybeder. Babasına benim hem babam, hem öğretmenim diyecek kadar saygısı vardır. Ne öğrendimse babamdan öğrendim der. Eve gelince çantasını bir yere bırakır hemen oynamak istermiş. Ve de geceleri masal dinlemeden uyumak istemezmiş.
Masalı da yandaki komşu yaşlı teyze anlatırmış. Ve hatta bazen teyzeyi uyuttuğu, kendisinin hâlâ uyumadığını da söylerler. Masal dinlemeyi, onları hayalinde canlandırmayı çok seven bir çocuk. O canlılık, her şeyi öğrenme merakı, bütün hayatı boyunca devam etmiş. Öğrenmeye ve okumaya aç bir çocuk her zaman için. Babası onları sabah erkenden kaldırırmış, uslu duracaksanız gelin
benimle beraber Fatih Cami’ne ama yaramazlık edecekseniz evde oturun dermiş. Alırmış onları Cami’ye götürürmüş.
Âkif, “Ne mutlu koşardım o hasırların üstünde” diye şiirlerinde anlatır. Babası ibadete dalınca orada koşturmaya başlarmış
daha küçükler tabi. Ama ibadetin, caminin ne olduğunu o gidiş gelişlerde babasının sayesinde öğrenmiş.

Mehmet Âkif’in çocuklara olan sevgisi nasıldı?

Çocuk sevgisi çok büyüktü. Biliyorsunuz altı tane çocuğu olur. Ama İbrahim Naim çok küçük yaşta vefat eder.
Babasını da küçük yaşta kaybeder. Bütün ailenin yükü Mehmet Akif’in üzerine kalır. Bir annesi, kız kardeşi var onlara bakmak zorunda. O yüzden devam ettiği Mülkiyeye gitmekten vazgeçer, yeni açılan Halkalı Ziraat Mektebi’ne gider. Okul bitince Ziraat müfettişi ve Veteriner Hekim olarak ilk mezunlarından olur. Mehmet Âkif’in çok önemli bir özelliği de sözünü tutması. Yinen
onun gibi sözünü tutan bir arkadaşı var Hasan Tahsin Efendi. Orada diyorlar ki, savaş içindeyiz ya birimizden birimize bir şey olur ölürsek çocuklarımıza kim bakacak. Birbirlerine söz veriyorlar, kim sağ kalırsa onun çocuklarına o baksın. Hasan Tahsin
vefat ediyor. Bir erkek, iki kız üç çocuğu kalıyor. Mehmet Âkif, erkek çocuğu Halkalı Ziraat’e yerleştiriyor.
Kızları da annem, teyzelerim, dayılarımla beraber büyütüyor. Yani arkadaşının çocuklarına babalık da yapıyor. Bunlar kim diye soranlara evlatlarım diye takdim ediyor. Çocuk sevgisi çok fazla, paylaşmayı da seviyor. İstemeden veren ama bir şey istemeyi de bilmeyen bir insan. O çocukları da kendi çocukları gibi yetiştirmiş, okunması gereken kitapları okutmuş. Gençken verilen bir sözün, seneler boyu sürmesinin güzelliğidir bu. Çocuklarına her şeyi vermeyi istemiş. Anneme resim dersi aldırmış. Bir milletin ilim ve fen ile ilerleyeceğini söyler. Çocuklarını çok iyi yetiştirmiştir. Hepsi İngilizce, Arapça bilen çocuklardır. Resim, müzik dersi aldırmış.

Mehmet Âkif, çocuklarına hiç şiir yazdı mı?

Annem çocuklarına isim koyarken babasına sorar. Dedem de birkaç isim gönderir. Ferda ve Selma’yı seçerler. Selma, Arapçada selamete ermiş güzel kadın. Ferda da Farsça yarın demekmiş. “Onun zekî, mâ’sûm çehresi bana çok şeyler ilham edecek” deyip, daha sonra tek çocuk şiiri olan ‘Ferda Kadın’ı yazdı. Yarına olan ümitlerini ablamın ismiyle öyle güzel bağdaştırır ki, “Zira yarın dünden güzel” diye bitirir. Hele “ey ilk yavrumun ilk yavrusu” satırı beni çok etkiler. Rahmetli ablacığım bana derdi ki seni görseydi mutlaka bir şiir de sana yazardı. Görse yazardı tabi.

Mehmet Âkif’i bugünkü nesile nasıl anlatmalıyız?

Bu tek bireysel bir çabayla olmaz. Umumi olarak destek olunması lazım ve olunuyor da tabi. Mesela Ankara ‘da Sebilürreşad
Derneğimiz, Mehmet Akif Fikir ve Sanat Derneğimiz var. Orada Osmanlı Tarihi, Safahat okumaları yapılıyor.Gelen gençlere dersler veriliyor. Gençleri uyandırmak harekete geçirmek için elden gelen yapılıyor. Ama bir taraftan da tabi devletin de destek olması lazım. Mesela bu sene dedeme seneler sonra vefa ödülü verildi. Ve dedemin 20 Aralık doğum günü, 27 Aralık ölüm günü olmasından dolayı her iki günü de kapsayan haftayı, Mehmet Akif’i Anma Haftası olarak ilan ettiler.
Benim hep isteğim, bir haftaya ya da Aralık ayına sıkıştırmak da değil. Bir seneye bunun yayılması. Okul kapalı olsa da, kurslar verilebilir. Safahat merakı aşılansın çocuklara. Çocuklara her zaman tavsiyem, bir işi yapmak istedikleri zaman hep en iyisini yapsınlar. Bu işi herkes yapıyor ama bu başka türlü yapıyor diyebilsinler. Kimseye benzememek.
Mehmet Akif, kendisi olmuştur. Hayatı boyunca Allah’tan, Peygamberimizden başka kimseye boyun eğmemiştir.
Hiçbir kapıdan boyun eğerek geçmemiştir. Sadece secdede eğilmiştir. Hiç kimseye el açmadığı için de bugün hâlâ sevilen bir Mehmet Akif’imiz var.

Röportaj: Kübra Örnek

Foto: Murat Sayan

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*