Bir Cumhuriyet Bayramı

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı geldiğinde Arif, okulun bayraklarla donatıldığını gördü. Buna çok sevindi.
O sabah okul müdürü, bahçede herkese hitap eder bir şekilde, günün anlam ve önemiyle ilgili bir konuşma yaptı. Öğrenci arkadaşlarından bazıları da kendi yazdıkları şiir ve konuşma metinlerini seslendirdiler.
İstiklâl Marşı ile başlayan tören, yapılan sunumların ardından sona erdi.
Sınıflara geçildiğinde öğretmenler, tüm öğrencilerden yapılan etkinliği değerlendirmelerini istedi. Sınıf içi fikir jimnastiği başlamıştı.
Bu, Arif’in en sevdiği işlerdendi.
Hemen parmak kaldırarak söz istedi.
Öğretmeni konuşmasını işaret edince söze başladı:
“Değerli öğretmenim ve sevgili arkadaşlarım! Bu sabah çok güzel bir program icra edilmiş oldu. Bu faaliyette emeği geçen
herkesi ben de tebrik ediyorum. Şimdi de ‘Cumhuriyet’ denilince, ben de çağrışım yapan manaları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Cumhuriyet, hürriyet (özgürlük) demek.
Cumhuriyet, meşveret (ortak akıl, çok seslilik) demek.
Cumhuriyet, adalet demek.
Cumhuriyet, hak ve hukuk demek.
Bizler eskiden, Osmanlı Devleti döneminde Padişahlık ile yönetilirdik. Sonra Meşrutiyet ilân edildi. Yani Padişah yine vardı ama milleti temsil eden Meclis de vardı.
Sonra maalesef ülkemiz çok çalkantılı ve sıkıntılı yıllar geçirdi. I. Dünya Savaşı ve sonrasında Kurtuluş Savaşı yaşadık. Ama
milletimiz yılmadı. Yıkılan Osmanlı Devleti’nin yerine, yeni devletini kurdu. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’miz, ‘Cumhuriyeti’ ilân etti. Ama ne yazık ki, Cumhuriyet sistemi ilk yıllarında tam anlamıyla işlemedi. Düşmana karşı zafer kazanan milletimiz, içeride büyük sıkıntılar yaşadı. Özellikle dinî haklar, inancını yaşama ve düşüncesini ifade etme özgürlüğü alanlarında…
Ben bugün sizlerle, kendini ‘dindar bir Cumhuriyetçi’ olarak niteleyen büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin bazı sözlerini paylaşmak istiyorum. O şöyle demişti:
‘Cumhuriyet ki adalet, meşveret (fikir alışverişi, ortak akıl) ve kanunda inhisar-ı kuvvetten (gücün kanun ve hukukta toplanmasından) ibarettir.
‘Hulefâ-i Râşidîn (dört halife), her biri hem halife, hem reis-i cumhur (cumhurbaşkanı) idi… Fakat mânâsız isim ve resim değil,
belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi (gerçek bir adalet ve özgürlük anlayışını) taşıyan mânâ-yı dindar (dindar manadaki)
cumhuriyetin reisleri idiler.’ Bugün, Bediüzzaman’ın ifade ettiği bu gerçek Cumhuriyet anlayışına çoook ihtiyacımız var. Sizce de öyle değil mi?”
Arif sözlerini bitirdiğinde, sınıfta büyük bir alkış tufanı kopmuştu. Öğretmeni ve arkadaşlarını, onu var güçleriyle alkışlayıp tebrik
ettiler. Bu anlamlı konuşma, okulda kulaktan kulağa yayılmış ve günlerce konuşulmuştu.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*