Arif yaz tatilinde dedesi ve ninesiyle birlikte köyde çok güzel vakit geçirmişti.
Hatta bu sefer köyde daha fazla kalmak istediği için anne babası şehre döndükleri halde o dönmemiş, ninesi ve dedesiyle birlikte kalmıştı.
Arif köyde her sabah dedesiyle birlikte sabah namazını kılmak üzere camiye giderdi. Yine bir sabah güzelce abdestlerini alarak öyle yaptılar. Camide namazlarını kıldıktan sonra da dedesinin teklifiyle güneşin doğuşunu izlemek üzere bir tepeye çıktılar.
Arif seher vaktinin serinliğinde, kuş sesleri ve dedesinin mırıldandığı zikir sesleri arasında gün doğumunu izlemekten büyük zevk aldı.
Güneşin ilk ışıklarının dedesinin elma gibi kıpkırmızı yanaklarına ve kar gibi bembeyaz sakallarına yansıdığını fark eden Arif, “Dedeciğim, büyüyünce ben de dede olunca, benim de senin gibi bembeyaz sakallarım olur mu?” diye sordu.
Dedesi, o an zaten nur gibi parlayan simasına bir de tatlı tebessümünü ekleyerek “Neden olmasın Arifçiğim? Allah
isterse, elbette olur” dedi. Arif, dedesinin kar gibi bembeyaz ve pamuk gibi yumuşacık sakallarını çokseviyor, onlara hayran hayran bakıyordu.
“Dedeciğim,” dedi “Saçlar ve sakallar niye böyle beyazlar ki? Neden siyah kalmıyorlar? Allah neden onları beyazlatıyor acaba?”
“Yavrucuğum, Allah’ın yaptığı her şeyde pek çok hikmet olduğuna göre bunun da birçok hikmeti olmalı. Ama benim ilk aklıma gelen şudur: Hepimiz
bu dünyada bir misafiriz. Yani vakti geldiğinde Allah, bizleri asıl vatanımız olan Cennete alacak. Ama insanoğlu bazen gaflete düşerek bu dünyada sonsuza dek kalacağını zannediyor. Öyle olunca da, ahireti ve Cenneti unutarak bu dünyadaki asıl vazifesi olan ‘Allah’a ibadet etmeyi’ ihmal ediyor. İşte bu beyaz saçlar ve beyaz sakallar var ya, onlar bize Allah’ı ve ahireti hatırlatıyor Arifçiğim.”
Arif, dedesinin bu söyledikleri karşısında biraz düşündü. “Ben bu siyah saçlarımla da Allah’ı ve ahireti hep düşünüyorum dedeciğim. Böyle daha iyi
değil mi?” Dedesi tebessüm etti yine. “Elbette yavrucuğum. Hatta Sevgili Peygamberimiz ‘En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi
ölümünü düşünüp ahiretine ciddi çalışır’ buyurmuştur. Dolayısıyla sen, Peygamberimizin ‘en hayırlı genç’ dediği kimselerdensin inşaallah.”
Arif bunu duyunca çok sevinmiş ve mutluluktan uçacak gibi olmuştu.
***
İşte 1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü dolayısıyla okulda öğretmeninin bir kompozisyon
yazmasını istemesi üzerine, Arif yaz tatilinde yaşadığı ve “hayırlı bir ihtiyar ile hayırlı bir gencin buluşması” olarak düşündüğü bu hatırasını paylaşmıştı sınıf arkadaşlarıyla. Bütün kompozisyonların okunmasının ardından ise tüm sınıfta şu duygu ve düşünceler hâkim olmuştu:
Dedelerimiz, ninelerimiz ve bütün yaşlılar, en başta, yaşları ve gün görmüşlükleri gereği hürmet edilmeye en lâyık insanlardı. Onlar bilge kişilikleri ve örnek ahlâklarıyla biz gençleri ellerinden tutarak geleceğe taşıyorlardı.
Ağarmış (beyazlamış) saç ve sakallarıyla, hayata dair altın değerindeki öğütleriyle dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmamızın en önemli vesilelerindendi onlar. Peygamber Efendimiz de şöyle buyuruyordu: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üzerinize dökülecekti.”
İlk yorum yapan olun