Küresel Kardeşlik

Kardeşlik zaten “küresel” olmalı diye düşündü Arif. Yani bütün dünyayı kuşatmalıydı bu duygu. Kardeşliğimiz her yanı sarıp
sarmalamalıydı.
İnsan herkesle “tanış” idi bir yönüyle zaten. Çünkü herkesi ve her şeyi Allah yaratmıştı.
Madem her şeyin sahibi Allah idi, öyleyse Allah’a hakiki kul olan kişi, her şeyle tanışık olurdu.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (asm) “Ey insanlar! Rabbiniz birdir.
Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız.” diyerek, aslında “bütün insanların kardeş olduğu”nu bildirmişti.
Arif, Risale-i Nur’dan okuduğu bir tâbiri de hatırladı:
“Ey kâinat kardeşler!” diye hitap ediyordu bir yerde Üstad Bediüzzaman. O, bütün varlıkları kardeş gibi görmüştü.
Hatta dağlarda, bağlarda rast geldiği bütün bitki ve hayvanları “zikir ve ibadet arkadaşı” gibi kabul ederdi. Bediüzzaman bütün varlıklarla adeta sohbet ederdi. Arif de şimdi köyde bulunduğu tatil günlerinde her varlığa böyle bakmaya çalışıyordu.
“Aaariiiiif!”
Bunları düşünürken, Arif annesinin sesiyle irkildi.
“Efendim anneciğim.”
“Hadi gel, kahvaltımızı yapalım.”
Arif, kahvaltı sofrasına oturduğunda “kâinat sofrası”na oturmuş gibi hissetti kendini.
Sofrada ekmek, peynir, zeytin, bal, süt, yumurta vb. pek çok nimet vardı. Hepsi de “kâinat kardeşleri”nin hizmetinin neticesiydi.
İnek hizmet ediyor, “süt” gibi mucize bir gıdayı veriyordu. Yumurta, tavuğun hizmetinin sonucuydu. Bal da, bin bir çiçekten öz toplayan arı kardeşlerin ikramıydı. Aslında hepsi de Allah’ın ikramıydı tabii. Çünkü bütün bu varlıkları yaratan ve insana hizmet ettiren O idi. İnsanı bu yönüyle kâinatla kardeş kılan Rabbimiz idi.
“Küresel kardeşlik” dedikleri dünya kardeşliğinden çok daha fazlasını veriyordu İslâm.
Dinimiz öyle mükemmeldi ki, bir Müslüman, çevresiyle hep uyum içinde yaşayabiliyordu.
“Çevrecilik” de çok geniş bir anlam kazanıyordu böylelikle. Başka insanlar, başka dünyalar… Hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar, okyanuslar, denizler, ırmaklar… Ne varsa ama ne varsa, hepsi de “çok kıymetli varlıklar” idi. Hepsi de birer kardeş idi.
Hepsi de birer “emanet” idi. Kendisine emanet edilen eşyayı gözü gibi koruyan insan, Allah’ın emanet olarak verdiği organlarına, duygularına ve çevresine nasıl zarar verebilirdi ki?
Arif, Kurban Bayramı sabahına bu duygularla açtı gözlerini. Bu seneki kurbanlarını Afrika’daki kardeşlerine bağışlamışlardı.
Şimdi onlara dua etti:
“Allah’ım! Sen yeryüzündeki bütün kardeşlerimi kötülüklerden koru. Onları Cehenneminden uzak eyle. Onları Cennetine al.
“Allah’ım! Kardeşliğimizi bozmak isteyenlere fırsat verme. Dünyada kardeşliği ve barışı hâkim eyle. Âmin.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*