Bayram Sabahı

Arif tuttuğu oruçların, kıldığı teravih namazlarının ve yaptığı tüm iyiliklerin ardından Ramazan Bayramı’na kavuşmanın sevincini yaşıyordu şimdi.
Ramazan ayında okuduğu bir hadis-i şerifi hatırladı o an. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştu:
“Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucunu açtığı anki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.”
Arif bayramda da büyük bir sevinç hissetmişti. Sanki “bütün bir Ramazan’ın iftarı” gibiydi bu bayram. Dolayısıyla oruçlunun iftar
sevinci gibi bayramda da büyük bir mutluluk içindeydi şimdi.
O sabah kahvaltıda ailecek hep birlikte “Allah için yemenin” lezzetini tattılar. Ramazan boyunca Allah “Ye!” dediğinde yemiş, “Yeme!” dediğinde yememişlerdi. Yani imsak vaktinde Allah’ın emriyle yeme-içmeyi kesmiş, iftarda ise yine Allah’ın emriyle yeme-içmeye başlamışlardı.
Emir dinlemeye alışan bir “nefis”* vardı şimdi. Bayram sabahı kahvaltıda bunları düşündü Arif. Şimdi elini gündüz vakti de ekmeğe, suya uzatabiliyor ama bambaşka duygular hissediyordu.
Zaten her zaman için “Allah’ın emir ve izni” ile yediğini düşündü o an. İftar sofrası değildi bu ama “Allah’ın sofrasıydı” neticede.
Allah’ın ikram ettiği binlerce nimetten bir kısmını tadıyordu şimdi.
Arif “Bismillah” diyerek başladığı kahvaltıya bu güzel düşüncelerle devam ederken, arada bir seslice “Elhamdülillah” demekten
de kendini alamıyordu.
Onun bu sevimli halini gören annesi gülümseyerek konuştu:
“Hayırdır yavrucuğum, çok acıktın galiba?”
“Anneciğim, ben Allah’ın nimetlerini tadıp yemekten büyük mutluluk duyuyorum. Bana çok lezzetli geliyor. Onun için habire ‘Elhamdülillah’ diyerek şükrediyorum.”
“Maşaallah benim yavruma, çok doğru. Ramazan boyunca nefisler, bu terbiyeyi aldı işte. Nimetlerin Gerçek Sahibini hatırladık
hep. Şimdi yaptığımız bu kahvaltıdan da o sebeple büyük bir lezzet alabiliyoruz elhamdülillah.”
“Anne bu nasıl bir lezzettir yaaa! Ben daha önce böyle bir lezzet aldığımı hatırlamıyorum. Bu yediklerimiz, daha önce de yeyip içtiğimiz şeyler değil mi?”
“Aynen öyle veya benzerleri diyebiliriz. Ama işte, lezzet farklı! Çünkü biz şu an, bu yiyeceklerin gerçek sahibi olan Rabbimizi
düşünüyoruz. Bu düşünce, bize çok farklı ve büyük bir lezzeti tattırıyor.”
Arif ile annesinin bu güzel muhabbetini dinleyen baba Şâkir Bey de girdi söze:
“Bu ne güzel tefekkür** böyle. Ben de sizin bu güzel sohbetinizden büyük bir lezzet aldım. Her kahvaltımız böyle lezzetli olsun
inşaallah. Allah için yiyelim, Allah için içelim, Allah için şükredelim!”
Arif, bu unutulmaz bayram sabahı kahvaltısını, daha önce ezberlemiş olduğu bir dua ile bitirdi:
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden [besleyen] Sultanımız! Bizi gösterdiğin numunelerin [örneklerin] ve gölgelerin, asıllarını
ve menbalarını [kaynaklarını] göster… Bizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir…”
Bu güzel duaya hep birlikte “Âmin” dediklerinde, melekler de onların iyilikleri için Allah’a dua ediyorlardı.

* nefis: insanın kendi öz benliği, kişiliği.
** tefekkür: düşünmek, derin düşünmek, ibret alıp ders çıkaracak şekilde düşünmek.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*